top of page

“Derdini Sözle, Sevincini Çalgı ile Dile Getiriyor”

  • Yazarın fotoğrafı: Özel Haberler Dükkanı
    Özel Haberler Dükkanı
  • 20 May 2018
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 25 May 2018

Müziğin ve bestelerin hayat bulduğu, sıcakkanlı ve güler yüzlü insanları barındıran bir şehre geldik bu sefer. UNESCO somut olmayan kültürel mirasın korunması için 'Yaşayan İnsan Hazinesi'ne seçilen Âdem Göçer geleneksel düğünleri aktarmaya devam ediyor. Mesleğini mutlulukla dile getiren Göçer; "İnsanın hizmetçisiyim ama vekili değilim." diyor.

Adem Göçer

Haber-Fotoğraf-Tuğçe Dinç


İçimi saran bir mutlulukla uyanıyorum bu sabah. Heyecanımdan mı bilmiyorum ama kalktığım gibi kendimi balkona atıp, rüzgârın dansına bırakıyorum. Hemen bir kahve yudumluyorum, her yudumda gideceğim şehri canlandırıyorum gözümde. Evden çıkıp arabaya bindiğimde meslek aşkından sanırım sabırsız bir çocuğa dönüşüyorum. Yollar aşılıyor, köyler, kasabalar… Güneşin yavaş yavaş doğuşuna tanık olmam huzur veriyor içime. Her şarkı eslerinde kuşlar uçuşuyor… Bulutlar bizimle geliyor, yollar bize eşlik ediyor… Nihayet bir buçuk saatin sonunda Kırşehir’in Kaman ilçesine geliyoruz. Evler müstakil ve her bir yerden yüzleri neşe içinde çocuklar çıkıyor. Eskiden oradan oraya dolaşarak tarikatını yaymaya çalışan dervişlere verilen ad olarak biliniyor Abdallar… Kırşehir denince akla ilk abdallar geliyor. Abdalların birçoğu da Kaman da yaşıyor zaten.


Her sokağı ayrı bir senfoni


Yavaş yavaş Âdem Göçer’in evine doğru gidiyorum. Burada abdallığın babadan oğula geçmesi yaygın olmakla birlikte, küçük çocukların her birinin elinde bidon, pet şişe gibi araçlarla müziğe olan duyularını pekiştirmesi ile başlıyorlar öğrenmeye. Abdal geleneği dediysek ilk başta Muharrem Ertaş ve oğlu Neşet Ertaş’ı unutmamak lazım. Babaları gibi gördükleri ozanlarımızın her bir köşede ayrı; dinletisi, şiirleri, şarkıları ve özlü sözleri duymak mümkün. Bir evin kapısından geçiyoruz, Neşet Ertaş’ın “Karadır Bu Bahtım Kara, Sözüm Kar Etmiyor Yara, Sen Düşürdün Beni Dara.” ilişiyor kulağıma. Her sokak ayrı bir tını taşıyor. Kimi güldürüyor, kimi hüzünlendiriyor. Ama ne dinlerseniz dinleyin, içinizden tam da yüreğinizden hissediyorsunuz. Birde unutmadan her türlü çalgı aleti mevcut burada. Davul, zurna, saz, ud, kaval, keman, klarnet, bağlama… Hepsini bir duyarsanız da şaşırmayın derim. Kiminle denk gelirseniz gelin güler yüz karşılıyor sizi. Müzikle iç içe olduklarından mı nedir, sıcakkanlılar. Asıl ulaşmak istediğim yere geliyorum heyecanla. İşte ‘Yazı Yolu Köyü.’ Evin kapısına gelmemle zile basmam bir oluyor. Kapıyı Âdem Bey açıyor. Tatlı bir tebessüm ile karşılıyor beni. Bizde başlıyoruz sohbetimize.


“İnsanın hizmetçisiyim ama vekili değilim”


Kapıdan girdiğimde tam bir eski evler havasında bir düzen karşılıyor beni. Duvarda asılı bir saz var ona büyüklerinden kalan. Yerlerde küçük küçük kilimler ve eskiden kalma televizyon. Yere bağdaş kurup oturuyoruz. Çay ikramı geliyor sofraya. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması bağlamında, “Yaşayan İnsan Hazinesi” ne aday olan Âdem Göçer, başlıyor serüvenini anlatmaya. Vazifesinin davul çalmak, halkı eğlendirmek ve kaşıkla oynamak olduğuna değinen Göçer şunları söylüyor; “Dokuz-on yaşlarında babamın yanında başladım bu mesleğe. Elli senedir bu mesleğin içindeyim. İşimiz, halkımızın iyi ve mutlu gününde yanında bulunmak. Onlara ortak olmaktır. Gittiğimiz yerlerden insan hoşluğu ile ayrılmak bize mutluluk veriyor.” Yaptığı işin de zorluklarından bahseden Göçer, zorluğun insanın arkadaşı olduğunu belirterek, “Hasta ve rahatsız olduğunda ne olursa olsun vazifeni yapmak durumundasın. Eskiden davullarımıza deri yapıyorduk. Deriler artık bulunmuyor. Şimdi naylonlar icat oldu. Onları yaparken elimize diken batıyor ve bundan dolayı hastalık yapıyor. Hangi işin kolaylığı olur. Yaşamın kendisi zordur. Kendi iraden ile amenna dersen yaşam o zaman iyi olur. İnsanın hizmetçisiyim ama vekili değilim. Karışamam insan düşüncesine, haddim değil.” sözlerine yer veriyor.


“Bizim eğitimimiz kulak dolgusu”


Gözlerim ve kulaklarım bahçedeki oyun oynayan çocuklara ilişiyor arada, bulunduğum yer sanki bir çocuk parkı gibi, seyrediyorum… Göçer, Âlim kişilere Abdal dendiğini, Abdallığın insanların kulaklarında bir sezgi bıraktığını vurguluyor. Öğrenmenin zamanla gerçekleştiğini savunan Göçer, hemen gerçekleşmediğini, epey bir süre hatta üç, dört sene civarı sürdüğünü belirtiyor. “Eskiden imkân yoktu. Deterjan bidonları yoktu. Teneke ve soba boruları ile çalardık.” şeklinde konuşan Göçer, çocukların küçüklükten yetiştiğini, kendilerinin kulak dolgusu ile öğrenmeye çalıştıklarını söylüyor. Peki, işinizi seviyor musunuz sorusunu yönelttiğimde ise; “İnsan mecburi olduğu her şeyi seviyor. Sevmek bir tek kız ile oğlanın işi değil. Ana ve babanın işi değil. İnsan sofranın da malzemesini sevecek. Davulda bizim soframızın bir malzemesi. Ama o yaşlarda sevmek ne bilmiyorsun. Merak ile başladım. Sonra da ihtiyaç meselesi oldu. Ekonomik durumlar iyi değildi.” diye cevaplıyor. Mesleğinin zorluklarına geldiğimizde de şunlara yer veriyor; “Düğünlere ve eğlencelere gittiğimizde yakınlarda cenaze, şehit varsa bizi üzüyor. İnsan ekmek kapısına küser mi, ekmek kapısını kırar mı? Ev düğünleri adet ve törelerimiz zamanla kayboluyor. Düğünlerimizde geleneklerimiz, oyunlarımız, halaylarımız oluyordu. Bizim eski düzenimizde insanlar davetler verirlerdi, hürmetler ederlerdi. Düğünler günler öncesinden başlardı. Şimdi herkes salonlarda bir saatlik samimilik kuruyor.”


Yaşayan insan hazinesi


Çayından yudumlarken arada gözleri doluyor. Açıkçası bende etkilenmiyor değilim. Göçer, “Büyüklerimizin bizi de insan yerine katıp ödüle layık gördükleri için teşekkür ederim. Bana büyük bir onur verdi bu ödül.” diyor. 1990’lı yıllarda Kültür Bakanlığı’nın sanatçı belgesi vermesi ile birlikte yurt dışına da gitmeye başladığını kaydeden Göçer, yurtdışında ki devletimize ve vatanımıza bağlı olan insanlarımızın için gittiğini vurgulayarak, “Biz burada da milletimizin hizmetçisiyiz orada da milletimizin hizmetçisiyiz. Hizmetin yurdu olmaz.” ifadesine yer veriyor.

Adem Göçer
Adem Göçer







Biraz da büyük usta Neşet Ertaş hakkında konuşmak istediğimde şöyle konuşuyor, “Neşet Ertaş… Allah rahmet eylesin. Okumuşluğu olmayıp da, beyni, ufku açık bir insandı. Herkesin mevkisini bilirdi. Zaten Neşet Ertaş’ın konuştuğu türküleri insanın hali ve dirliğidir. İnsanı konuşuyor. Vicdanlı bir insandı. Vicdanlı olmasaydı zamanında Ankara’nın sahibi olurdu ama taşıyamadı. Bizim variyetlerde gözümüz olmuyor. Neşet Ertaş ile o kadar günüm geçti ama ondan bir tane bile türkü çal bana demedim. Benden şarkı neden istemiyorsun diye sorduğunda biz senden türkü istemedik ne çaldıysan onu dinledik dedim. Her çaldığın bize bir nimettir dedim.” Dinlediğim ve öğrendiğim her şey bende bir anı şeklinde birikirken, güler yüz ve samimi nasihatler ile kapıdan uğurluyor beni Âdem Göçer. Müzik kutusu gibi olan sokaklardan kendi şehrime gitmek üzere yol alıyorum. Şehirden ayrılırken bende bıraktığı bu duyguları belgelemek için kafamda bir taslak oluşturmaya başlıyorum bile…

 
 
 

留言


Teşekkürler! Mesaj gönderildi.

© 2023 by The Book Lover. Proudly created with Wix.com

Join my mailing list

bottom of page